Dünya üzerinde bir örneği daha yok… Bu göl insanlığın kara kutusu

Kanada’nın Ontario eyaletinin Milton kasabasında yaşayan yerel halk, geçmişte Crawford Gölü için “dipsiz göl” tabirini kullanıyordu. Gölün sularının insanın dibine inemeyeceği kadar derin olduğuna inanılıyordu. Suya atılan herhangi bir şey sanki sonsuza kadar batıyor gibi görünüyordu.

Bilim insanları ise gölün karanlığında sonsuz bir boşluk değil bir ayna olduğunu keşfetti. Crawford Gölü asırlar boyunca yüzeydeki dünyada yaşanan değişimlerin izlerinin saklandığı bir kasa haline gelmişti. Suya düşen ne olursa olsun, göl tabanına çöküyor ve buradaki çamur tabakalarının içine hapsoluyordu.

Bu çökeltilerden örnekler toplayan bilim insanları, tarihte 1000 yıldan fazla geriye gitmeyi başardı. Bu sayede insanların gezegenimizin kimyasını ve iklimini daha önce görülmemiş bir hızla dönüştürdüğü ortaya çıktı. Bu değişimler o kadar büyüktü ki, bazı bilim insanlarına göre jeolojik zamanda yani bir sayfa açıldı: Antroposen yani İnsan Çağı.

Bilim insanları, 11 Temmuz günü Antroposen’in resmen başlayıp başlamadığını ve Crawford Gölü’nün sıfır noktası ilan edilip edilmeyeceği yönündeki kararlarını açıklayacak.

70 SENE İÇİNDE 7.000 YILI GERİDE BIRAKTIK

Gölden elde edilen çamurlar üzerinde yapılan kirlilik analizleri, 1950’li yıllarda büyük bir kırılma olduğuna, geçmişin güvenilir çevresinin geride kaldığına ve insanların yarattığı belirsiz yeni bir geleceğe adım atıldığına işaret ediyor.

Bilim insanlarına göre, insanlar 7000 yılda yarattıkları değişimden fazlasını 70 yıl içinde hayata geçirdi. Dünya’nın tarihinde bu hızda ve bu kadar büyük bir değişim hiç görülmemişti. Hiçbir tür bu kadar büyük hasar yaratma kapasitesine ya da bunca zararı önleme şansına sahip olmamıştı.

Ontario’da bulunan Brock Üniversitesi’nden Dünya bilimleri profesörü ve Crawford Gölü’ndeki araştırmanın lideri Dr. Francine McCarthy, The Washington Post’a yaptığı açıklamada, 1950’lerdeki kırılmayla ilgili “kuma çizilmiş bir çizgi gibi” benzetmesini yaptı ve ekledi: “Artık Dünya oyunu başka bir kural kitabına göre oynuyor ve bunun sorumlusu biziz.”

ARAŞTIRMALAR 2009’DA BAŞLADI

Dünya’nın tarihinde her yeni dönem bir “golden spike”la (altın uç) yani jeolojik kayıtlarda küresel dönüşümün mükemmel bir biçimde korunduğuna kanıt olan bir noktaya başlıyor.

Örneğin Tunus’ta bir uçurumun kenarındaki antik göktaşı izleri, dinozorlar çağından Senozoyik dönemine geçişin işareti kabul edildi. Grönland buzlarında bulunan hidrojen molekülleri ise stabil hava sıcaklıklarıyla karakterize edilen ve insanlık tarihinin tamamını kapsayan 11.700 yıllık Holosen’in başlangıcı sayıldı.

Bu altın uçları gezegenimizin kıta hareketleri, dalgalanan karbon düzeyleri, değişken sıcaklıklar ve ortaya çıkıp kaybolan türlerle dolu tarihindeki ünlem işaretleri olarak görmek mümkün. Bu işaretler sayesinde bilim insanları, Dünya’nın geçmiş iklimlerini şekillendiren güçleri yorumlayıp günümüzde yaşanan ısınmanın etkilerini ön görebiliyor.

Dünya’nın geçmişindeki dönemleri belirlemekle sorumlu az bilinen bir kurum olan Uluslararası Stratigrafi Komisyonu, 2009 yılında Antroposen’in kanıtlarını araştırmak için yeni bir çalışma grubu oluşturdu. Bu grubun amacı yeni bir altın uç tespit etmekti.

KÜÇÜCÜK AMA BENZERSİZ BİR GÖL

Dağların zirvelerinden okyanusların en derin yerlerine, Antarktika’daki buzullardan tropik mercan resiflerine gitmedikleri yer kalmayan uzmanlar en sonunda 2018 yılında McCarthy’nin kapısını çaldı.

O zamana kadar meslektaşları ve öğrencileri dışında McCarthy’nin iklim değişikliğinin izini sürmek için göl çökeltileri üzerine çalıştığını bilen pek kimse yoktu.

Crawford Gölü de en az McCarthy’nin ünü kadar mütevazıydı. Toronto’nun dış mahallelerindeki bir parkta bulunan bu küçük gölcük, yerel halkın okul gezilerinden ve pikniklerden tanıdığı bir yerdi. Ancak McCarthy’nin Brock Üniversitesi’nden meslektaşı olan Martin Head, Antroposen Çalışma Grubu’nun bir üyesiydi ve göldeki sıra dışı kimyasal yapıyla yakından ilgileniyordu.

Güney Ontario’daki bir obruğun binlerce yıl evvel suyla dolmasıyla ortaya çıkan Crawford Gölü, çok küçük ama en derin noktası 24 metreyi aşıyor.

Gölün sularının üst katmanı güneş etkisiyle ısınıyor ve rüzgarlarla dalgalanıyor. Alt katman ise soğuk ve karanlık. Bu nedenle dipte biriken çökeltileri rahatsız edecek bir canlı varlığı bulunmuyor. Yıl boyunca ölü mikroplar, hayvan dışkıları ve diğer organik kalıntılar gölün tabanına çöküyor. Ayrıca yazın sıcaklık ve asidite belli bir düzeye geldiğinde, suda kalsit adı verilen beyaz bir mineralin kristalleri oluşuyor.

Dibe çöken bu kristaller bir kapak vazifesi görüyor. Böylece her yıl bir koyu renk bir de açık renk çökelti katmanı oluşuyor. Bu çökeltilerin yapısında polen tanecikleri, kirlilik partikülleri gibi gölün dışından gelen maddeler de bulunuyor. Bunlar çevredeki değişimin işaretçileri kabul ediliyor. Diğer yandan tabanındaki kireç taşı delikli olduğundan, göl yeraltı sularıyla da besleniyor. Bu da oksijen miktarını artırıp önemli çevresel işaretleri etkileyebilecek kimyasal etkileşimleri önlüyor. Dünya üzerinde bu yapıda olduğu bilinen başka bir su kütlesi bulunmuyor.

McCarthy, gölün küresel değişimi görmek için mükemmel bir kaynak olduğunu söyledi.

‘DONUK PARMAK’LA 1300’LÜ YILLARA GİDİLDİ

Araştırmacılar gölden örnek almak için “donuk parmak” olarak bilinen bir aletten faydalandı. İçi alkol ve kuru buzla dolu uzun bir alüminyum takoz olan donuk parmak çevresindeki hava, su ve topraktan daha soğuk olduğu için böyle adlandırılıyor.

Takozu gölün en derin yerinde en dibe kadar gönderen bilim insanları yaklaşık 40 dakika bu şekilde bekledi. Bu esnada gölün dibindeki çökeltiler takozun üzerinde dondu. Ardından donuk parmak yüzeye çekildi ve gölün dibinden 1,5 metre derinlikte bir çökelti örneği alınmış oldu.

Bu işlem farklı zamanlarda gölün farklı noktalarında tekrarlandı. Mesela Şubat 2022’de alınan bir örnekteki çökeltiler 1300’lü yıllara kadar uzanıyordu.

Biri koyu biri açık renk olmak üzere iki çizgi bir yıl anlamına geldiğinden, bilim insanları bugünden geriye giderek adeta zamanda yolculuk edebiliyor. Bu sayede yazılı kayıtların çok daha öncesinde bile Dünya’nın nasıl bir yer olduğu anlaşılabiliyor.

Crawford Gölü’nün tabanındaki arşiv, insanın göl üzerindeki baskısının zamanla nasıl arttığını ve taşma noktasına geldiğini gösteriyor.

SANAYİ DEVRİMİ SONRASI DEĞİŞİM BİR ANDA HIZLANDI

Elbette insan etkisinin bugünkü kadar yıkıcı olmadığı dönemler de vardı.

Örneğin yerli halkların gölün kıyısına yerleştiği ilk iki asra ait çökeltilerde kaz dışkılarının ve ağaç kalıntılarının yanında tahıl polenleri gibi insan yerleşimi izleri bulundu. Ardından 16’ncı yüzyılın başlarında insan izleri bilinmeyen bir sebepten ötürü aniden silindi. Ancak çökelti tabakaları oluşmaya devam etti.

Sonraki çağlara ait çökeltilerden, Avrupalıların Kanada toprakları üzerindeki etkilerini artırdıklarını görmek mümkündü. Örneğin insanlar ağaçları kestikleri için göldeki beyaz çam polenlerinin miktarı giderek azaldı. Kanaryaotu izleri de kesilen ağaçların yerinde hangi türlerin yaşamaya başladığını gösteriyordu.

İnsan etkisi 19’uncu ve 20’nci yüzyıllarda kendini iyiden iyiye gösterdi. Hızla sanayileşen şehirlerdeki kömür ve petrol tüketiminin sonucu olan siyah küller çökeltilerde öne çıkmaya başladı. Bakır ve kurşun gibi ağır metallerin çamurdaki yoğunluğu da arttı.

Ardından 1950 yılı civarında bir kırılma yaşandı. Head, “Bu noktada insanlar işleyen bir sistem olarak Dünya’yı kontrol altına aldı” derken hem Crawford gölünün hem de gezegenin diğer yerlerinin, geri döndürülemez bir dönüşüme uğradığını belirtti.

NEREDEN ÇIKTI BU PLÜTONYUM?

Değişimin en önemli kriterlerden biri radyoaktif bir madde olan plütonyum oldu. Gölden alınan örneklerde plütonyumun, 1950’lerin başlarından itibaren ciddi bir sıçrama yapması dikkat çekiciydi. (Doğada neredeyse hiç bulunmayan plütonyumun kaynağının, binlerce kilometre uzaktaki nükleer silah denemeleri olması mümkün.)

Diğer değişimler bu kadar yeni olmamakla birlikte ölçekleri geçmişte görülenlerin 10 hatta 100 katı büyüklüğündeydi. Örneğin fosil yakıtların tüketiminin moleküler imzası olan daha hafif bir tür azot yayıldı. Kül miktarı 5 yıl içinde sekiz katına çıktı. Hava kirliliğinin atmosferdeki suyla reaksiyona girmesi sonucu oluşan asit yağmurları kalsit katmanlarını inceltti.

Çökeltiler geri döndürülemez kayıpları da gözler önüne serdi. Örneğin belli mikrop türleri tamamen ortadan kayboldu. O yıllarda Kuzey Amerika’da yaşanan bir ağaç mantarı salgını nedeniyle karaağaç polenlerinde çok ciddi bir azalma yaşandı.

Bu esnada sera gazı kirliliği gezegenimizin sıcaklığını karşı konulmaz bir biçimde artırdı. Göldeki kalsit katmanları sıcak yıllarda kalınlaşırken, polenlerden anlaşıldığı üzere orman popülasyonunda sıcağı seven ağaçların ağırlığı artmaya başladı.

Bu dönemde Kanada’nın güneyindeki ortalama hava sıcaklıkları 1,5 derece civarında arttı. Şu an gezegenimiz son buz çağından bu yana en sıcak zamanlarını yaşıyor.

DÜNYA 11.000 YIL ÖNCEKİ YER DEĞİL

Bu değişimlerin hepsi bilim insanlarının “Büyük Hızlanma” adını verdikleri sürecin sonucu. 20’nci yüzyılın ortalarında başlayan Büyük Hızlanma kapsamında insan faaliyetlerinde her açıdan dramatik ve eş zamanlı bir artış yaşandı.

Antroposen Çalışma Grubu’nun incelediği diğer potansiyel altın uçlar da aynı şeye işaret ediyor. Bataklıklar, okyanus tabanları, mercan resiflerinin iskeletleri hatta Antarktika’nın buzu bile insanlar tarafından kalıcı olarak kirletiliyor.

McCarthy çalışmalarını şu sözlerle özetledi:

“Çok nesnel ve nicel bir biçimde ölçtüğümüz üzere, şu an son 11.000 yılın doğal değişkenliğinin olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Dünya o zamanlara göre çok farklı.”

Crawford Gölü’nden son örnek bu yıl ilkbaharda alındı. Antroposen’in altın ucuyla ilgili karar da yarın açıklanacak. Öncesinde birçok tur oylama yapıldı.

70 YIL BİR ÇAĞ İLAN ETMEYE YETER Mİ?

Dünya’nın 4,6 milyar yıllık zaman çizgisinde Antroposen’in yeri olmadığını düşünen jeologlar da var. Çünkü bu çizelgedeki diğer çağlar milyonlarca yıl sürmüştü. İnsanın doğa üzerindeki ezici etkisinin şimdilik sadece 70 yılı kapsadığı göz önünde bulundurulduğunda bir çağ ilan etmek için henüz erken olabilir. Dahası dinozorları öldüren göktaşının ya da diğer çağları belirleyen olayların aksine, insan kaynaklı değişimler tüm dünyada eş zamanlı olarak yaşanmadı.

Maine Üniversitesi’nden paleoekolog Jacquelyn Gill, “Atroposen’i resmileştirmek çok kesin bir sınır çizmek ve o sınırın ya bir tarafında ya da öbüründe olmak anlamına geliyor. Ama aslında bu yaşam şeklimizi değiştiren çok uzun ve çok kademeli bir süreç” diye konuştu.

Yeni çağ ilanını savunanlar ise 1950 öncesindeki çoğunlukla yerel ve tersine çevrilebilir insan etkisinin, modern hayatın getirdiği hızlı dönüşümden çok farklı olduğunu belirtiyor.

Atroposen Çalışma Grubu’nun başkanlığını yapan jeolog Colin Waters, “Dünya küresel ısınmayı, kirliliği ve biyoçeşitlilikteki azalmayı dizginlemek için esaslı adımlar atmazsa durum daha da kötü olacak” dedi ve ekledi: “İnsanlığın gezegen üzerindeki etkilerinin kalıcı mirası kayalara kazınmış.”

UMUTSUZLUĞA KAPILMAK YERİNE HAREKETE GEÇMEK İÇİN BİR UYARI

McCarthy ise Antroposen’in ilanının insanlığın suçluluğunun yanı sıra eyleyiciliğinin de kabulü anlamına geleceğini belirtti. Zira Crawford Gölü çevresel yıkımın kanıtlarının yanı sıra insanlığın tamir gücünün kanıtlarını da gizliyor.

Örneğin 1963 yılında suyu ve atmosferi kirletebilecek nükleer silah denemelerinin yasaklanmasının ardından Crawford Gölü’ndeki plütonyum miktarı azalmaya başladı. ABD ve Kanada’nın enerji santrallerine ve diğer fabrikalara kirletici kontrolleri uygulamaya başlamasının ardından çökeltilerdeki kül düzeyi geriledi. Kalsit bantlarının 1980’lerde yeniden canlanması asit yağmurlarına karşı verilen savaşın başarısını gösteriyordu.

Ama Crawford Gölü’nde kayıtlı tüm değişimleri tersine çevirmek bu kadar kolay değil. Atmosferdeki karbondioksit oranları on binlerce yıl boyunca yüksek seyredecek. Kutuplardaki buzulların sanayi öncesi ihtişamını geri kazanabilmesi için de en az bu kadar zaman ve sıcaklıklarda ciddi bir düşük gerekecek.

McCarthy umutsuzluğa kapılmak yerine uyanıp harekete geçmek gerektiğini belirtti. Crawford Gölü’nün en az 10.000 yıl daha çökelti toplamaya devam edeceğini de belirten McCarthy, gelecekteki bilim insanlarının buradan aldıkları örneklerde dünyanın karbon emisyonunu sıfırlayıp küresel ısınmanın önüne geçtiğini, insanların tehlike altındaki türleri kurtarıp nükleer silahları bir kenara bıraktığını ve insanlığın dersini aldığını göreceklerini söyledi.

The Washington Post’un “Hidden Beneath the Surface” başlıklı haberinden derlenmiştir.